Sinemalife Dergisi’nin, Altın Koza Film Festivali’nden başarıyla çıkan ‘Made In Europe’ filminin başarılı yönetmeni İnan Temelkuran ile gerçekleştirdiği özel röportajı sizlerle paylaşıyoruz.
‘Made In Europe’u amatör bulmaları hoşuma gidiyor’
1960’lardan beri Avrupa’ya göç etmek, birçok insanımızın hayaliydi. Belki de hala daha hayali. Avrupa hayatı Türkiye’den hep cazip olarak gözükse de aslında pek öyle iç açıcı olmadığı ortada. ‘Türk her yerde Türk’dür’ mantığından hareketle, kronikleşmiş problemlerimizi yaşadığımız yere de götürmeyi adet edinmiş bir milletiz. Bu şizofrenik durumu farklı bakış açısı ile yansıtan ‘Made In Europe’ 20 Haziran’da vizyona girdi. Filmin hem senaristi, hem de yönetmeni olan İnan Temelkuran’ın ilk uzun metraj denemesi ‘Made In Europe.’ İlk denemesi olmasına rağmen, Adana Altın Koza Film Festivali’nden iki önemli ödülle dönen Temelkuran’la, hem filmin oluşum sürecini konuştuk, hem de filme gelen tepkileri.
Öncelikle şunu sormak istiyorum. Hukuk fakültesinden sinemaya, bu geçiş sürecinden biraz bahseder misiniz?
Hukuk fakültesinde okurken de sinema yapmak istiyordum ancak seyirci olmak dışında bir şey yapamadım, yapmadım o zamanlar. Geçiş süreci hukuk fakültesini bitirip İspanya’da yaşamaya başlamak ve orada bir okula girmek şeklinde oldu.
Bir Türk Düğünü ile ilgili çektiğiniz belgesel son yıllarda öne çıkan filmleriyle bildiğimiz İspanya/Madrid de en iyi belgesel ödülü aldı. Buradan hareketle, İspanya’da edindiğiniz izlenimler bugün Türk sinema sektörüne veya Türk sinemasına bakış açınıza etkileri neler oldu?
İspanya’dan demeyeyim ama okuduğum okuldaki bazı hocalardan elde bir şey olmadan da çok şey yapılabileceğini öğrendim. Gayet tabi ödevinizi iyi yapmak şartıyla. Türkiye’de film setinde fazla bulunmadım ama biraz plansız olduğu söylenir. Plansızlık boşuna para harcamak demektir. Ama dediğim gibi çok sette bulunmadım. Reklam ve dizi sektörünün güçlü olması nedeniyle her türlü alet var ama bu aletlerin yersiz kullanıldığını düşünüyorum. Bir Türk Düğünü anlık bir malzemeyi dönüştürmek ve arka planda olanları anlatmakla ilgiliydi.
“Made In Europe”u çekerken, dikkat ettiğiniz hususlar nelerdi? Bu filmi yapmanızdaki amaç neydi ve bu amaca ulaştığınızı düşünüyor musunuz?
O insanları dünyasına girip onların hayatlarını satmadan hikâyelerini anlatmak ve hikâyeler yani insanlar bir araya geldiklerinde oluşturdukları atmosferi yansıtmak. Keşke azıcık daha fazla paramız olsaydı ve bu kadar zamana yayılmasaydı diyorum. Zira bu arada teknoloji değiştiği için görsel bütünlüğü iyi toparlayamadık. Ama bu koşullar içinde başarılı olduğumuzu düşünüyorum.
İlk uzun metrajlı denemeniz olmasına rağmen, Adana Altın Koza’da çok önemli ödüller aldınız. Ödüllerinizden bir tanesi büyük jüri Yılmaz Güney özel ödülü. Bunun sizin için ayrı bir anlamı var mı? Sinemamıza damgasını vurmuş Yılmaz Güney ile düşünceleriniz neler?
Var tabi ayrı bir anlamı. Yılmaz Güney sinemada çok az insanın anlatmaya cesaret ettiği şeyleri anlattı. Her kesimden insanın kahramanı oldu. Sosyalist gerçekçilik denilen türde en iyi örnekleri verdi. Ama girdiği detaylar müthiştir. Sürü’deki aksak fahişe, tarihi eserler. Tokat etkisi yapar ve sizi titretir.
Festivalden sonra filminizi izleyenlerden almış olduğunuz tepkiler nasıl? Eleştirenler oldu mu?
İyi de var kötü de var. Amatörce bulan da var. Amatör bulunması hoşuma gidiyor. Çünkü bu işin ruhu böyle olmalı.
Filmin senaryosunun oluşum sürecini anlatır mısınız? Fikir nasıl oluştu?
Diğer göçmen filmleriyle ilgili duyduğum rahatsızlıktan dolayı. Hep aynı şeyleri gördüm ve biraz farklı tarafa bakmak istedim.
Oyuncu seçiminde ne gibi kriterleriniz vardı? Çok da popüler olmayan oyuncuları seçmiş olduğunuzu görüyoruz. Daha çok oyunculuktan öte seyirciye filme, konuya odaklanın der gibisiniz. Bu bakımdan söyleyecekleriniz neler?
Öncelikle tip. Ve filmlerde yan rollerde görüp beğendiğim insanları aldım. Bir de birçok insanın tavsiyesi oldu tabi.
Sizin yaşamınızdan, filme yansıttığınız unsurlar var mı? Hayatınızdan ne kadarı bu filmde?
Türk insanına özgü çatışmaları ortaya koydum filmimde. Hepimiz varız o filmde. Dolayısıyla ben de varım, siz de varsınız.
60’lardan başlayan ve hala daha Avrupa’ya göç etme fikri 7’den 77’ye hemen hemen birçok kimsenin kafasında bir yerde duruyor. ‘Made In Europe’da bu fikrin çok da iç açıcı olmadığını problem varsa da bunun insanlar olduğunu ortaya koyuyorsunuz. Göçmenlerin bu şizofrenik hale gelen duruşuyla ilgili söyleyecekleriniz neler?
Denemek isteyen şansını dener. İnsanları buralardan gitmek zorunda bırakanlar bu soruya cevap versin. Herkes kendi hayat macerasını kendi dilinde yaşamak ister.
Önümüzdeki döneme ilişkin hedefleriniz neler? Başka projeleriniz var mı, paylaşabilir misiniz?
Yeni projem var. Eylül’de İzmir Bornova’da çekmeye çalışacağımız bir şey. Yine küçük bir hikâye.
En çok etkilendiğiniz film ve en son izlediğiniz film hangisi?
The Last Picture Show(Peter Bogdanovich), Küçük Hırsız (Eric Zonca). Türkiye- Hırvatistan maçı da son izlediğim film.
Röportaj: Köksal ARAS
www.sinemalife.com